Çalışan bağlılığı, bugün hala bir çok şirket için önemsiz bir "ayrıntı" olarak algılanıyor. Oysa önemsiz bulunarak atlanan bu nokta, şirketlerin geleceğini etkiliyor. Nasıl mı?
Birçok işveren, bir pozisyon için sırada bekleyen onlarca adayın varlığı düşünüldüğünde, "biri gider, biri gelir" düşüncesiyle, ellerindeki insan kaynağını doğru değerlendirmeye yönelik çalışmaları gereksiz buluyor. Ve hatta birçoğu, çalışan insan gücünü, adeta verilen işleri yerine getirecek birer robot gibi görerek çalıştırıyor.
İşte sorun da burada başlıyor. Organizasyonların başarıya ulaşabilmesi ve ilerlemede sürekliliği sağlayabilmesi, organizasyonun en önemli parçalarına; çalışanlara bağlıdır. Çalışanların, bulundukları organizasyona fayda sağlaması, sahip oldukları bilgi ve yetenekleri etkin kullanabilmeleriyle, bu da kendilerini değerli birer birey olarak hissetmeleriyle doğru orantılıdır. Bu halkalardan birinin eksik olması durumunda, şirketlerin başarıyı ve yükselmeyi hedeflemesi, gerçeklikten uzak birer hayal olmaktan öteye geçemiyor. Çünkü değer görmeyen ve tüm birikim ve yetenekleri şirket tarafından sömürülen birey mutsuz oluyor. Bu mutsuzluk işine yansıyor, çalışmalarındaki yaratıcılık, üretkenlik ve verim düşüşe geçiyor. Bu düşüş, şirketin faaliyetlerine yansıyor ve başarı grafiği düşüşe geçiyor, en iyi ihtimalle yerinde sayıyor. Kimi işveren, ancak iş bu noktaya varınca durumun ciddiyetini kabul edip, iyileştirme yöntemlerine yöneliyor, - ki bunlar da çoğu zaman o ayla sınırlı olmak üzere maaşta küçük bir artış olabiliyor ve bu geçici hamleler, yine geçici ve yanıltıcı bir "iyilik dönemi" yaratıyor-, kimi işveren ise duruma aldırmıyor, yeni adaylarla, üstelik daha düşük ücretler ödeyerek değişikliğe gitmeyi tercih ediyor.
Hangi yol seçilirse seçilsin, insan kaynakları, bireyi işe alındığı günden itibaren izleyip doğru değerlendirme ve yönlendirmeleri yapmadıkça, çalışanların tükenmişlik düzeyi son noktaya geldiğinde yapılan son dakika müdahaleleri çoğu zaman yetersiz kalmakla birlikte, şirketlerin kendi kendilerine zaman, enerji ve para kaybetmelerinin zemini hazırlanmış oluyor.
İşveren ve çalışan arasındaki ilişki, işte bu etkileşim esasına dayanıyor. İşveren çalışanlarından hem işleri zamanında yetiştirmelerini, hem kurumun değerlerine uygun davranmalarını, yazılı kuralların yanı sıra, sözlü kurallara da uymalarını, verilen hiçbir işe (kendi görev tanımlarının dışında da kalsa) itiraz etmemelerini beklerken, çalışanlar da benzer şekilde, hak ettikleri maaşın yanı sıra, "birey" değerlerine saygı gösterilen ve sosyal ihtiyaçlarına yanıt veren yerlerde, işlerini severek yapan mutlu insanlar olmak istiyor.
Biraz daha somutlaştırırsak, çalışanlara kendilerini değerli hissettiren, sabahları severek gidebilecekleri ve menfaatleri için tüm enerjilerini ortaya koyabilecekleri şirketler, şu hususlara yanıt veriyor:
1. Ücret ve ödüllendirme: Yaptığı çalışmaların karşılığı olan rakamı alabilen, üst düzey performans gösterdiğinde ödüllendirilen çalışanın kurumuna olan güveni ve dolayısıyla bağlılığı artıyor.
2. Takdir görme: Ödüllendirme her zaman maaşa yansımak durumunda değil. Dahası, pek çok çalışan için grubun önünde başarılarından ötürü takdir görmek, grup içerisinde öz güvenini ve prestijini yükselttiğinden, maaşta yapılan küçük bir artıştan çok daha değerli olabiliyor.
3. Çalışma ortamı: Pek çok çalışanı yıldıran ve iş yerinden uzaklaştıran şeylerden biri de elverişsiz çalışma koşulları. Yetersiz ofis araçları, işlerin aksamasına sebep olacak nitelikte sorun oluşturan iş arkadaşları, iş yerinin şehir merkezine mesafesi ve ulaşım sorunu, hatta şirkette çıkan öğle yemeklerinin kalitesi bile etki edebiliyor. Birçok işverenin, bu satırlar karşısında, "Burası otel mi?" dediğini duyar gibiyim :) Fakat çalışan tüm bireyler, bütün günlerini burada geçiriyor. Hayatlarının büyük bir bölümü, yetersiz ofis araçlarıyla çalışmaya çalışarak, akşamları 3 vasıta değiştirerek ve etrafta alternatif yoksa şirkete gelen yemekleri yiyerek geçen insanlardan bağlılık ve başarı beklemek çok da gerçekçi değil. Hatta şirketlerine sıkı sıkıya bağlı birçok çalışan, çözülemeyen bu gibi sorunlar nedeniyle zaman içerisinde kopuşlar yaşamaya başlıyor ve sonunda en çok şikayet edenlerden biri haline gelebiliyor.
4. Yan haklar: Her şirkette olmamakla ve olması şart koşulmamakla birlikte, çalışanlarına yan haklar sağlayan kurumlar, adaylar tarafından öncelikli olarak tercih ediliyor. Kuruma ait sosyal tesisler, özel sağlık sigortaları, çeşitli faaliyetlerden yararlanma olanağı, çalışanların sosyal beklentilerine de yanıt oluşturmasından dolayı, çalışan bağlılığını artırıyor.
5. Kariyer ve gelişim olanakları: "Diplomayı aldım, bir işe girip düzenli maaşımı alayım bana yeter." anlayışı, çoğu çalışan için geride kaldı. Artık çalışanlar için onların gelişimine destek ve olanak sağlayabilecek kurumlar tercih sebebi. Tabi bunun ardında, bu talebi yaratan bir beklenti bulunuyor ki bu da işverenlerin sürekli olarak adaylardan beklentilerine bir yenisini ekliyor olmaları. Bu etkileşimin bir sonucu olarak, çalışanlarına farklı dallarda gelişim olanağı sunan kurumlarda çalışan bağlılığı daha çok görülüyor. Öte yandan insan kaynaklarının, çalışanların performansını ve beklentilerini doğru değerlendirmesi, bu doğrultuda hem çalışanı hem de işvereni memnun edecek doğru yönlendirmeler yapması, çalışanların kariyer beklentilerini karşılayarak bağlılığı artıran bir etken olarak önümüze çıkıyor.
COK GUZEL ACIKLANMIS GERCEKLER.SANIRIM EN BUYUK SORUN BU YAZILARIN VEYA BU DEGISIMLERIN INSAKAYNAKLARI VE ISVERENLER TARAFINDA YETERINCE DIKKATLI OKUNMAMASI VE DEGERLENDIRILMEMESI.EN IYISINI BEN BILIRIM MANTIGI.
YanıtlaSil