28 Aralık 2012 Cuma

2013' TE İŞVERENLER KİMLERİ TERCİH EDECEK?

Yeni yıla girerken, yeni bir kariyer arayışında olan bir çok insanın aklında bu soru var.Bundan iki yıl önce işe girerken yeterli bulunan nitelikleriniz, bugün işverenler için yeterli mi? O nitelikler 2013'te hala "aranan" nitelikler olacak mı? Yoksa yerlerini bambaşka becerilere mi bırakacak?

Gözlemlerime göre son yıllarda iş dünyasında artarak devam eden en önemli değişim, insana yatırım yapılması ve adayın sosyal becerilerine değer verilmesi.

Henüz tam bir başarı yakalanamamış olsa da çoğu işveren artık çalışanı bir "makine" gibi görmekten uzaklaşıyor. Patronlar, onca personel alıp, iş yükünün hafiflemesini beklerken, daha fazla düşünmek ve çalışmak zorunda kalmaktan sıkıldı. Hangi işi neden yaptığını bilmeyen, en ufak iş için bile patronunun kapısını çalan, inisiyatif alamayan, mantık yürütemeyen çalışan modeli, yönetimleri de yoruyor. Bunca zaman ve enerji kaybı yaşamaktansa, işverenler sosyal zekası yüksek bireyler arıyor.

Bu sebeple, 2013' te işverenlerin şu niteliklere sahip bireyleri tercih edeceğini söylemek mümkün:

1. Analitik Düşünme Yeteneği:
Problem çözme konusunda ne kadar beceriklisiniz? Bir işi yaparken hem büyük resmi görüp, hem de işi doğru parçalara ayırarak analiz edebiliyor musunuz? 2013' ün çalışanları akılcı olmalı. Sorunu masaya koymalı, buna etki eden tüm parçaları ayırmalı. Her bir parçayı hem kendi içinde, hem de diğer parçalar ve bütünün kendisiyle olan etkileşimlerini analiz etmeli. Tespit ettiği her bir problemi adım adım aşarak problemi çözmeli, işi tamamlamalı.

2. Hızlı Karar Alabilme/ Risk Alabilme Yeteneği:
Ne kadar stratejik düşünebildiğiniz ve öngörü yeteneğinizin ne derecede gelişmiş olduğu önemli. Anlık kararlar almanız, çalıştığınız kurumu temsil ettiğiniz ortamlarda hiç beklemediğiniz soruları yanıtlamanız gerekebiliyor. Dönüp patronunuza danışma şansınız olmuyor. İşte o zamanlarda hızlı karar alabilme ve bu kararları alırken sonrasını öngörerek kendinizi ve şirketinizi zor duruma sokmamanız, sizin bu işteki yeteneğinizi gösteriyor.

3. Objektif Olabilme Yeteneği:
En zor anlarda bile objektif kalabiliyor musunuz? Başkalarının yaptığı işlerde objektifliğinizi korumanız kolay olabilir. Peki ya söz konusu sizseniz? Hatalarınızı kabul edebilir misiniz? Ortak bir çalışmada tespit edilen hatanın sizden kaynaklandığını, gruba kendiniz açıklayabilir misiniz? İlerleme ve yükselmenin temelinde, hataları kabul etmek ve düzeltmek yatıyorsa, her işveren yükselmek için böyle bireylerle çalışmayı tercih edecektir.

4. Eleştirel Düşünme Yeteneği:
Çoğumuzun dikkatini çekmiştir; artık bir çok kurum iş ilanı verirken, çalışan/ personel gibi terimler yerine, "çalışma arkadaşı arıyoruz" ifadesine yer veriyor. Yazının başında da belirttiğim gibi, işverenler artık tek başlarına düşünmek istemiyor ya da yetişemiyor, desteğe ihtiyaç duyuyor. Organizasyonların amacı da bu değil midir? Organizasyonlarda yer alan her bireyin bir görevi vardır. Her iş, konunun uzmanlarınca gerçekleştirildiğinde, ortaya çıkan iş de bir o kadar nitelikli olacaktır.
İşte bu noktada eleştirel düşünme yeteneği büyük önem taşıyor. Neyi neden yaptığını bilen, sorgulayan birey, yaptığı işin amacının farkında olduğu için amaca daha uygun çalışmalara imza atıyor. Bazen patronunu göremediği riskler hakkında uyarıyor, bazen hedeflenene ulaşılması için, kendisinden istenen çalışmadan çok daha yaratıcı fikirler sunabiliyor.
Eleştirel düşünmek insanı makinelerden ayırıyor...

5. Etkin Dinleme Yeteneği:
İnsanlarla doğru iletişim kurabilmenin ve iş yaşamında başarıyı yakalamanın temel ögelerinden biri de etkin dinleyebilmek. Organizasyonun en üst basamağından en alt basamağına kadar her bireyi can kulağıyla dinleyebilmeli, detayları gözden kaçırmamalısınız. Öyle ki; dinlediklerinizi anında analiz ederek, akılcı çözümler ya da yanıtlarla karşılık verebilmelisiniz.

Bu listeye başka özelliklerin eklenmesi ya da listeden bazılarının çıkarılması şirketlerin yapısına göre değişkenlik gösterebilir. Ancak temelde bu 5 özellik tüm işverenlerin ortak beklentileri olarak yeni yılda da karşımıza çıkacak gibi görünüyor.

2013' ün hepimize sağlık ve mutluluk getirmesini diliyorum. 

24 Aralık 2012 Pazartesi

BAZEN İYİ OLMAK YETMİYOR

Bir süredir, iş başvurusunda bulunduğunuz şirketle görüşmeler yapıyordunuz. Bir dizi mülakata girdiniz. Öyle ki; son aşamadan sonra, işe kabul edileceğinizden neredeyse emindiniz. Fakat heyecanlı bir bekleyişin sonunda, mülakat sürecinizin olumsuz sonuçlandığını öğrendiniz.

Bu gibi durumlar pek çoğumuzun başına gelmiştir. Peki kendimizden bu denli eminken, tercih edilmeyişimizin altında yatan nedenlere neler olabilir?
  1. Şirketlerin tamamına yakını, minimum maliyetle maksimum verimi almayı hedefliyor. Başka bir deyişle, az maaş, çok iş. Görüşmelerde sorulan ücret beklentisi sorusuna verdiğiniz yanıt, değerlendirme aşamasında ayırt edici unsur olabiliyor. Sizinle aynı niteliklere sahip başka bir aday, sizden daha düşük bir ücret beklentisinde olduğu için tercih edilmiş olabilir.
  2. Bunun yanı sıra, ücret beklentisi sizinkinden daha düşük olup, nitelikleri sizden daha az olduğu halde de rakibiniz tercih edilmiş olabilir. Bunun sebebi, ilgili iş tanımında yer alan çalışmaları yürütebilmek için, daha fazla niteliğe ihtiyaç duyulmamasıdır.
  3. Pozisyon askıya alınmış olabilir. Şirket içi nedenlerden dolayı, personel alımları dondurulmuş ya da iptal edilmiş olabilir.
  4. Başvurduğunuz pozisyon için fazla iyi olduğunuz düşünülmüş olabilir. Siz pozisyonun tüm koşullarını ve ücret aralığını göze alarak başvuruda bulunmuş olabilirsiniz. Hatta mülakatlarda kendinden emin tavrınızla bu işi çok iyi yapabileceğinizi ve ücretin sizin için önemli olmadığını da vurgulamış olabilirsiniz. Mülakatınızı yapanlar da, sizin kolaylıkla bu işin üstesinden gelebileceğinizi görmüşlerdir. Fakat endişeleri, sizin bir süre sonra bu işten ve ücretten dolayı tatminsizlik yaşayacağınız, beklenti içine gireceğiniz, ve beklentilerinizin karşılanmaması durumunda işten ayrılacağınız ihtimali olabilir.
  5. Mülakatınızın iyi geçtiğini düşündürüp, sonra red yanıtı veren mülakatçılarla karşılaşmış olabilirsiniz. Oldukça güleryüzlü, içten ve anlayışlı yaklaşımıyla, hakkınızda öğrenmek istediği her şeyi siz farkına bile varmadan sizden almıştır. Mülakat sonunda şirketten güzel ayrılmışsınızdır, fakat hakkınızdaki karar büyük olasılıkla mülakat sırasında verilmiştir.
NELER YAPILABİLİR?

Ücret beklentisi konusu birden fazla şekilde ele alınabilir:
  1. Talep ettiğiniz ücretin, başvurduğunuz pozisyon için ne kadar gerçekçi olduğundan emin olmalısınız.
  2. Şirket ve ücret politikaları hakkında bir ön araştırma yapmalısınız.
  3. Eğer sahip olduğunuz niteliklere güveniyor ve ücret beklentinizin zaten inebileceğiniz en düşük rakam olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Bu durumda işi alma kaygısıyla beklentinizi daha da düşürmek, ilerleyen zamanlarda mutsuz olmanıza sebep olabilir. Size uygun bir iş mutlaka vardır, farklı yerlerde şansınızı denemeye devam edebilirsiniz
  4. Yine işi alma kaygısıyla ücret beklentisini düşük tutmak, işverenin gözünde sizin profesyonellikten uzak bir imaj çizmenize neden olabilir. Kendine güvensiz ve bu işe muhtaç bir görüntü çizebilirsiniz. Bu durumda belki de şirketin o pozisyon için öngördüğü rakamın çok altında bir ücretle işe alınabilirsiniz. Bundan sonraki çalışma hayatınız ve sizden beklentiler de bu doğrultuda ağır olabilir.
Fazla iyi olduğunuz için tercih edilmiyorsanız:
Bazen iş ilanları tam olarak gerçeği yansıtmayabiliyor. Örneğin insan kaynakları asistanı adıyla yayınlanmış bir ilan, aslında ofisin sekreterya çalışmaları, hatta mutfak ve temizlik hizmetleri için açılmış bir ilan bile olabiliyor. Mülakat sırasında bazı işverenler bunu açıklarken, bazıları ise saklamayı tercih edip, sizin bu işleri yapmayacağınızı gördüğü için görüşmeyi olumsuz olarak değerlendirebiliyor.
Bu gibi durumlarda yapılabilecek tek şey, ilandaki iş tanımını iyi analiz etmek. Yuvarlak ifadeleri detaylı olarak incelemek.

Güleryüzlü ve içten davranan mülakatçılar için:

Durumun rehavetine kapılıp her şeyinizi anlatmayın. Belki bir önceki işvereniniz gerçekten çok kötüydü. Mülakatçınız da eski şirketiniz hakkında az çok bilgi sahibi. O şirket hakkında ilk olumsuz ifadeyi kendisi kullanıyor ve sizin fikrinizi soruyor. Siz dürüstçe durumu açıklıyorsunuz. Fakat mülakatı yapan kişi için bu durum, sizin aleyhinizde bir değerlendirme yapmasına temel oluşturuyor olabilir. Temkinli olmalı, her doğruyu hemen söylememelisiniz. Unutmayın ki sizi hiç tanımıyorlar. Dürüstlüğünüzün kurbanı olmayın.

22 Aralık 2012 Cumartesi

İŞ BAŞVURULARIMA DÖNÜŞ YAPMIYORLAR


Niteliklerinizin uygun olduğunu düşündüğünüz bir ilan gördünüz ve iş başvurusunda bulundunuz. Görüşme için davet alacağınızdan emindiniz. Ancak beklediğiniz davet gelmedi. Üstelik başvurunuzun değerlendirilip olumsuz sonuçlandığına ilişkin herhangi bir dönüş de yapılmadı.

İKnın en çok dikkat etmesi gereken noktalardan biri de bu geri bildirimler. Etik olan, olumlu ya da olumsuz, adaya her koşulda bilgilendirme yapılması. Ancak maalesef günümüzde bir çok firma olumlu sonuçlanan CVler dışında geri dönüş yapmıyor. Bunun birden fazla sebebi olabilir:
  1. Öz geçmişinizde yer alan iletişim bilgilerinizi güncellemeyi unutmuş olabilirsiniz. Ya da mail kutunuzu kontrol ederken, "gereksiz" kutunuza düşmüş iletileri gözden kaçırmış olabilirsiniz.
  2. Öz geçmişinize çok güveniyor olabilirsiniz. Size göre doğru hazırlanmış olabilir. Ancak öz geçmişinizi inceleyip ilk değerlendirmeyi yapanlar, ilgili iş ilanına ilişkin belirli anahtar kelime/nitelikleri görmeye çalışacak, göremediklerini eleyecektir. Gereğinden uzun ya da karmaşık hazırlanmış öz geçmişlerin içerisinde aradıkları nitelikleri görememeleri, elenmenize sebep olmuş olabilir.
  3. İlanlarda genellikle ilanın yayınlanma süresiyle ilgili veriler bulunur. Siz, ilanı, yayınlandığı ilk gün görüp başvuruda bulunmuş olabilirsiniz. Ancak ilan şirketin İK anlayışı gereği 2 ay yayında tutulacak ve tüm öz geçmişler ellerine ulaştıktan sonra karşılaştırmalı değerlendirme ve geri bildirim sürecine geçecek olabilirler.
  4. İkinci, üçüncü tercih olabilirsiniz. Sizden daha önce tercih edebilecekleri, aradıkları niteliklere daha uygun olduğunu düşündükleri adaylarla görüşüp süreç sonlanana kadar, size olumsuz bir dönüş yapmazlar ki, diğer görüşmelerin olumsuz sonuçlanması halinde sizi davet edebilsinler.
  5. İş arayanlar dönüş beklemekte haklılar elbette. Ancak bu beklentiyi doğuran bir yanılgıdan da söz etmek gerekiyor. İş arayan birey, işi ve şirketi önemsiyor, aynı oranda önemsenmek ve önemsendiğini somut olarak görmek istiyor. Fakat İK çalışanları için, karşılarında 1 aday değil, aynı beklentiyi taşıyan onlarca, belki de yüzlerde aday oluyor. Bu durumda tercih edilmeyecek adaylara geri bildirim yapmak, yoğun iş planı listesinde son sıralarda kalıyor, bu iş için zaman ayrılmıyor.
Bu konuda adayların yapabileceği şeyler oldukça sınırlı. Çözüm adaylardan çok, İK departmanlarına düşüyor. Peki neler yapılabilir?

İNSAN KAYNAKLARI İÇİN BİR KAÇ ÖNERİ
  1. İKGB' ler kurulmalı. İster İnsan Kaynakları Danışmanlık Şirketi olsun, ister herhangi bir şirketin İnsan Kaynakları birimi olsun, İK Departmanları içerisinde, şirketin büyüklüğüyle paralel kişi sayısı ile geri bildirim birimleri kurulabilir. Bu birimlerin amacı, yalnızca adaylara doğru iletişim yöntemiyle geri bildirimde bulunmak olmalı. 
  2. İK Geribildirim Birimleri (İKGB), bu işi yaparken, yapacağı görüşmeleri empati kurma temeline oturtmalı. Günümüzde pek çok şirket dönüş yapmıyor, yapanlarsa bunu sıradan bir sekreterya işi olarak görüp, bilgilendirmeyi yetkin olmayan kişilere yaptırıyor. Oysa adaylar için tercih edilmemiş olmak zaten üzücü ve öz güven zedeleyici bir durum iken, geri bildirim yapan kişilerin amatör yaklaşımı, hem aday için rahatsız edici olmakta, hem de şirketin imajını zedelemekte. Bu nedenle İKGB çalışanları, empati kurma, psikoloji, telefon konuşmasında hem kararlı hem nazik bir tutuma sahip olma gibi eğitimlerden geçmeli ve daha sonra adaylarla görüşme yapmaya başlamalılar.
  3. Telefon görüşmelerinin mail ile kıyaslandığında daha etkili olduğu bir gerçek. Yazı dilindeki soğuk ifadenin, telefon görüşmesinde belirli bir çerçevede yumuşatılması mümkün ve şirket-aday ilişkisinde daha olumlu bir tablo çizmekte. Ancak telefon görüşmeleri aynı zamanda ekstra bir iş gücü ve zaman gerektirdiğinden, İK birimleri mail gönderimini tercih edebilir. Bu durumda da dikkat edilmesi gereken nokta, aynı empati ve nezaketin yazıya yansıtılması olacaktır. Ayrıca mail gönderimi, yazılı olarak kayıtlı kalabileceğinden, şirketler için avantajlı bir seçenek olmakta.

7 Aralık 2012 Cuma

KİŞİSEL İMAJ OLUŞTURMA

Çok iyi bir okuldan diplomanız, üç yabancı diliniz ve bir dolu sertifikanız var. Ama ya istediğiniz işi alamıyorsunuz, ya da işinizde terfi edemiyorsunuz. Her şeyinizin tam olduğunu düşünüyor, müşterilerle ilişkilerde satış yapamayışınıza bir anlam veremiyorsunuz. 5 yıldır aynı şirkette, aynı pozisyonda devam ediyorsunuz. Oysa sizden çok sonra gelenler, şimdi sizin üstünüz oldular. Üstelik ne diplomaları sizinkinden daha iyi, ne de bu kadar fazla dil biliyorlar. Peki neden?

Şimdi şöyle bir aynaya bakın. Ve kendinize şu soruları sorun:

-Bugüne kadar iş ve özel hayatıma dair neler istedim?
-Hangilerine ulaştım, hangilerine ulaşamadım?
-Neden ulaşamadım, neleri yanlış ya da eksik yaptım?
-Peki bundan sonra, istediklerimi elde etmek için neler yapmalıyım?

İşte bireyleri kişisel imaj oluşturmaya yönlendiren sorular bunlar. 

Araştırmalar gösteriyor ki; insan beyni ilk 10 sn içinde, tanıştığı insan hakkında kalıcı bir algıya sahip oluyor. Yani ilk izlenim çok önemli. Daha sonraki süreçte yaptığınız konuşmalar ve davranışlarınız, karşı tarafın zihninde yarattığınız algıyı düşük oranda değiştirecek, ancak temel kanı çoğunlukla aynı kalacaktır.

Düşünün ki bir projeniz var ve sponsor desteğine ihtiyaç duyuyorsunuz. Telefon görüşmeleri yapıldı, randevuyu da zar zor aldınız. Ve büyük gün geldi. Siz ise günlük kıyafetleriniz, son dakikada topladığınız saçlarınız ve alelacele sürülmüş rujunuzla karşılarındasınız. Karşı tarafı projenizin sponsoru olmaya ikna etmek için sadece projenizin içeriğine güveniyorsanız yanılıyorsunuz. Proje ne kadar sağlam olursa olsun, birlikte çalışacakları ve sponsor olacakları kişinin bu özensiz görünümü, özellikle ilk karşılaşmada böyle bir görüntü çizilmesi, karşı tarafa tereddüt yaşatacak, belki de sponsorluktan vazgeçmesine sebep olacaktır.

Peki Kişisel İmaj Nasıl Yaratılır?

İmajınızı yaratma işini üç başlıkta yapabilirsiniz:

  1. Giyim
  2. İletişim
  3. Davranış
1. Giyim

Her zaman çok iddialı parçalar kullanmak ve koyu makyajlarla dolaşmak doğru giyinmek demek değil elbette. Başarılı bir imaj yaratımı için bulunduğunuz ve hedeflediğiniz pozisyona uygun giyinmelisiniz. Genel hatlarıyla, iş yaşamında giyiminizi aşağıdaki noktalara dikkat ederek şekillendirebilirsiniz.
  • Pazarladığınız mal ve/ veya hizmet
  • Müşteri profili
  • Çalışılan kurum/ kuruluşun belirlediği yönetmelik
Bulunduğunuz pozisyona uygun olarak giyiminiz ve makyajınız daha mütevazı ya da daha iddialı olabilir. Örneğin; bir yardım kuruluşunda çalışıyorsunuz ve hizmet verdiğiniz kitle düşük bir sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel düzeye sahip. Böyle bir kitleyle çalışırken, iddialı kıyafetler ve aşırı bir makyaj, hizmet verdiğiniz kitlenin sizi yadırgamasına ve çalışmalarınızın istediğiniz başarıya ulaşmamasına neden olabilir. Çünkü böyle bir kitle, sizi kendilerinden biri gibi görürken, aynı zamanda sizin otoritenizi de hissetmelidir ki, onlar için yaptığınız çalışmalar amacına ulaşsın.

Bu özel bir örnek elbette. Biraz daha genel bir durum olarak yukarıdaki proje örneğini düşünebilirsiniz.

Öte yandan, birlikte çalıştığınız ofis arkadaşlarınızla da aranızda bir uyum yakalamalısınız. Araştırmalara göre, üniforma giyen çalışanların kendi aralarındaki ve kuruma olan bağlılığı artıyor. Demek istediğim, bir örnek giyinmeniz değil. Aşağı yukarı aynı çizgiyi yakalamanız. Örneğin herkes ortalama markaların gömlek ve hırkalarını giyiyorsa, sizin her gün pahalı markaların gösterişli elbiseleriyle işe gitmeniz, ofis arkadaşlarınızla aranızdaki bağı zayıflatacaktır. 

Bir yandan da, hedeflediğiniz pozisyona uygun giyinin diyorum. Yani farklı olun, dikkat çekin, istediğiniz pozisyona hazır olduğunuzu gösterin. Biraz önce söylediklerimle çelişiyor gibi, farkındayım :) Burada dengeyi kurmak önemli. Stil sahibi olun. Bunu saçınızın kesimiyle, taktığınız kolyelerle, kendinize has mimiklerinizle, kullandığınız kalemlerle bile oluşturabilirsiniz. Detaylara özen gösterin. Böylece hem farkınızı yansıtmış olacaksınız, hem de grubun dışında kalmayacaksınız.

Unutmadan!... Nerede ne iş yapıyor olursanız olun, abartıdan kaçının. Kozmetik mağazalarında bile, eline geçirdiğini yüzüne sürmüş abartısındaki satış danışmanları korkunç görünüyor. Hafif ve aydınlık bir makyaj, bakımlı tırnaklar, temiz ve özenli kıyafetler, stilinizi yansıtan küçük objelerle sizi istediğiniz imaja sokacaktır.

2. İletişim

İlk 10 saniyeyi atlattınız. Karşı tarafta bıraktığınız olumlu imajın, ağzınızı açmanızla zedelenmesini istemezsiniz değil mi? Sözlü iletişimde doğru kelimeleri kullanmaya özen gösterin. "Ya, ne bileyim, bilmem ne..." gibi ifadeler imajınızı zedeleyecektir. Argo kullanımından söz etmiyorum bile. Diksiyonunuz düzgün olsun, gerekiyorsa kursa gidin. Bunların yanı sıra, konuşma tarzınızı olumlu çerçevede sürdürmek de stilinizin bir parçası olmalı. Örneğin; karşı tarafın söylediklerini çok saçma buldunuz. Şimdi kendinizi tutamayıp bu duyduklarınızın çok saçma olduğunuz söylerseniz, biraz önceki tüm hazırlıklarınızı çöpe attınız demektir. Onun yerine şöyle bir yol deneyin: " Söyledikleriniz gerçekten ilgimi çekti,  ancak soru işaretlerim var. Acaba önerdiğiniz şey, su soruna nasıl bir çözüm sunar?" Ya da " Bu benim aklıma gelmemişti. Benim de şöyle bir düşüncem var. Siz ne dersiniz?"

İyi bir dinleyici olun. Empati kurun. Karşınızdaki kişi sizden ne istiyor, ne bekliyor. İçinde bulunduğu durumun zorlukları neler, tek tek üzerinde durun.

3. Davranış

Nazik olun ve bu nezaketinizi hiçbir durumda kaybetmeyin. Müşteriler ya da iş ortaklarınız sabrınızı zorlayacaktır. Görgü kurallarıyla tanışmamış insanlarla tanışabilirsiniz. Tahammülü zor olsa da, bunu nezaketinizden ödün vermeden aşabileceğinizi hatırlayın. Ya da tam tersi. Hedeflediğiniz pozisyonu elde etmek için patronlarınızın dikkatini çekeyim derken, yöneticilik vasıflarınızın ne denli üstün olduğunu kanıtlama çabasıyla sağa sola bağırıp çağırmayın. Pozisyonu alamadığınız gibi, bolca da düşman edinmiş olursunuz.

Davranışlarınızın önem taşıdığı bir başka yer de iş yemekleri. İş yemekleri, ofis ortamının dışında olması nedeniyle davranışlar açısından tereddüt yaratıcı olabilirler. Ama unutmayın ki, hala iş yapıyorsunuz. Çatal bıçak kullanışınızdan, alkol tüketim oranınıza, kendinizi yemeğe odaklayıp karşınızdakini dinlemeyişinizden, garsona hitabınıza kadar her hareketiniz hakkınızda verilecek notu oluşturan parçalardır.

Kendinize soruları sordunuz, cevaplarını önünüze koydunuz. Uygun giyim tarzını buldunuz. Doğru iletişimler kurdunuz. Davranışlarınıza çeki düzen verdiniz. Tüm bunları yaptığınızda, ilk farkı kendiniz hissedeceksiniz. Öz güveniniz artacak. Daha dinamik ve daha başarılı olacaksınız. İlk dönüşler böyle olacak. Ardından istediğiniz pozisyona geldiğinizi, sözünüzün daha çok dinlendiğini, daha çok saygı uyandırdığınızı göreceksiniz:)

3 Aralık 2012 Pazartesi

SORUN SENDE DEĞİL, ONLARDA !

İlk bakışta başlıktaki ifadeyi çok iddialı bulabilirsiniz. Fakat bu yazıyı okuyunca siz de bana hak vereceksiniz.

Ofislerde rastladığımız stres kaynağı tiplere bir bakalım:

Dengesizler

Sabah tüm enerjinizle masanıza gelirsiniz. Bi bakarsınız yan masadaki kendi kendine konuşuyor, söyleniyor. Sinirleniyor, oflamalar, puflamalar, homurdanmalar...İnsanın enerjisini emiyor. Aradan iki dakika geçmiyor, tuhaf kahkahalarıyla irkiliyorsunuz. İnsan korkuyor tabii, geriliyor...

Sinsiler

Bu tipleri biraz geç tanırsınız. Hep uyanık olmak zorundasınızdır. İşin kötü yanı, hiyerarşik olarak sizin üzerinizdeyse, yaptığınız çalışmalar onun elinden geçmeden yönetime çıkamıyorsa, her nedense(!) verdiğiniz raporlar yönetimden hatalı oldukları gerekçesiyle düzeltilmek üzere size geri döner. Önce anlamazsınız ne olduğunu. Sonradan çözersiniz; hatalar sizin değildir. Bir fare dosyalarınıza girmiş, amir olarak düzeltmesi ve sizi uyarması gerekirken, doğru yaptığınız şeyleri özellikle değiştirmiştir. Kendisi için de kötü bir durum olmasına karşın, bu tip insanlar bunu pek akıl edemezler. Tek amaçları zarar vermektir.
                                                                               
Dedikoducular
İstisnasız, her iş yerinde vardır böyle insanlar. Ofise girersiniz, fısır fısır konuşmalar, ofisten çıktığınız anda atıp tutmalar bu türün en belirgin özelliğidir. Fazla üzerinde durulmaz, hiçbir şey olamayan insanlar, başkalarını konuşurlar :)





Yalancılar

Gözünüzün içine baka baka yalan söylerler. İşle ilgili hatalarını kabul etmezler. Hatta işleriniz yapmayıp, yaptıklarını iddia edenleri vardır. Tahammülü zor :)

Kıskançlar

Bazıları açıkça belli ederler, bazılarıysa sinsidir. İşinizde iyiyseniz, amirleriniz tarafından seviliyor ve takdir görüyorsanız, hele bir de örnek gösteriliyorsanız dikkat edin. Sizin yükselişinize engel olmak için türlü yollar denerler. Size bağlı yapılacak işlerde üstlerine düşen görevi yapmazlar, aksatırlar örneğin. Her ortamda sizden şikayet ederler. Bazıları o kadar sinsidir ki, dışarı karşı size çok destek olduklarını, hatta sizinle gurur duyduklarını bile söylerler. Siz yine de çalıştığınız dosyaları ortada bırakmayın :)

Hareketlerinizi kısıtlayanlar

Elbette evinizdeymiş gibi rahat olmaktan söz etmiyorum. Benimkiler daha makul beklentiler:)

Mesela, bir çalışan tuvalete giderken amirine haber vermek zorunda olmamalı. Ya da öğle yemeğini yemek için patronun acıkmasını beklemek zorunda kalmamalı.

Acil durumlarda cep telefonuna gelen aramaları yanıtlayabilmeli, bu tür hareketler, işi aksatma gibi bir genellemeye dahil edilmemeli ve kısıtlanmamalı.

Öğle yemeği şirkette çıkıyor diye, personel buna mecbur bırakılmamalı. İsteyen çıkıp dışarıda yiyebilmeli. Profesyonel olmayan yöneticilerin "disiplin" adı altında yaptıkları bu "eziyet"ler, çalışanı soğutuyor, stres artıyor. Çalışanlar yeni iş arayışına geçiyor.

Ne Yapmalı?

Çalışanlar birlik olarak haklarını talep etmeli. Red cevabı aldıklarında vazgeçmemeli. İlk talebiniz böyle iş yerlerinde reddedilebilir. Çalışanlar olarak sizin kararlı tutumunuz dikkat çekecektir. Karşılıklı fedakarlıkla orta noktada buluşulmaması için hiçbir neden yok. Önemli olan çalışanların haklarını bilmesi ve savunuyor olması.

28 Kasım 2012 Çarşamba

LÜTFEN BÜTÜN BUNLAR BİR KABUS OLSUN :( !!


Masanın her yanına dosya kuleleri dikilmiş, durmadan telefonlar çalıyor ama dosyalardan telefona ulaşmak mümkün değil, tam telefonu açıyorsunuz, karşınızdaki beklemekten usanıp kapatmış, tabi bu sırada bir grup dosya kendini yerlere atmış.

Bitti mi? Hayır!

Dosyaları toplamaya çalışırken iki ayak görürsünüz. Yavaş ve endişeli bir halde bakışlarını yukarı kaldırırsınız. Evet, bildiniz :) Amiriniz yeni talepleriyle işte tam da burnunuzun ucunda durmaktadır.

Hiç sorun değil, onu da yaparım. Hepsini yaparım. Bir sıraya koyayım, gerisi kolay. Ama ne mümkün! Hoop bir telefon daha. Siz telefondayken bir kaç evrak daha sekreterin ellerinden kayıp tüm şiddetiyle düştü masanıza. Tabi telefondakinin bir amiriniz olması da mümkün: "Ne oldu benim iş?"...

Kendinizle savaşıyorsunuz: "Hayır, dayanacağım. Yapabilirim. Bunlar beni yıldıramaz..." O yığının arasından gözlerinizi tavana dikip yalvarıyorsunuz: "Bütün bunlar bir kabus olsun, şimdi gözlerimi kapatıyorum, açınca hepsi yok olsun?!"...

Tanıdık geldi mi? :)

Evet, maalesef burası gerçeğin tam ortası. Ve siz, aramıza hoş geldiniz :)

Oysa işe girerken ne kadar da sevecen ve güler yüzlülerdi değil mi? Orası reklam bürosuydu, artık imzayı attığınıza göre, gelsin ağır çalışma koşulları, gelsin mobbing, gelsin iş hayatındaki tüm diğer kötü durumlar...

Peki ne yapacaksınız? İstifa mı? Bu kadar çabuk pes edemezsiniz. Hem diyelim buradan ayrıldınız. Ya gittiğiniz yer de burası gibi çıkarsa? Köklü ve akılcı çözüm yolları bulmalıyız. O halde önce işveren çalışanına neler yapıyor, onlara bakalım. Sonra çözüm yollarını paylaşalım...

FAZLA SORUMLULUK YÜKLÜYORLAR

Bu, özellikle "nitelikli" çalışanın sorunu. İşveren, çalışanının performansını görüyor. İşin içeriğine bağlı olarak, çalışanın hem bir birey olarak sahip olduğu niteliklerin, hem de yaptığı iş üzerindeki başarısının farkına vardığı zaman, bir çok sorumluluğu bu çalışanına yüklüyor.

Bu durumun hem iyi hem kötü yanları var:

İyi yanı, çalışanın daha çok sorumluluk alarak yükselişini hızlandırması ve işverenin kendisine duyduğu güvenden dolayı onore olması, motivasyonunun artması.

Ancak tam da bu noktada, durum kötü bir hal alabiliyor. Şöyle ki; her insan beğenilmekten ve bunun somut takdirlerinden hoşlanır. Hal böyle olunca, bazı işverenler maalesef bu durumu kullanıyor. "Sen iyisin, başarılısın. Sana güveniyorum." gibi ifadelerle çalışanı yumuşatıp ardından işleri veriyorlar. Bazen öyle oluyor ki, etrafınızdakiler durumu fark edip işleri seriyor ya da bilinçli olarak hata yapıyor. Sonunda onların işlerinizi de yaparken bulabiliyorsunuz kendinizi.

NE YAPMALI?

Kendinizi ezdirmemeli ve bu kadar yıpratılmaya izin vermemelisiniz. Kibarca, zaten yapmakta olduğunuz çalışmaları patronunuza aktarın. İş yapmaktan kaçmadığınızı, ancak bu yoğunluk içinde bir desteğe ihtiyaç duyduğunuzu, bu noktada kendisinin size yol göstermesinden memnuniyet duyacağınızı dile getirin. İlk adımda işleri sıraya koymaya yönelecektir. Ses etmeyin, verdiği sırayla çalışmalarınızı yürütün. Gerçekten yürümüyorsa, patronunuza diğer çalışanların da bu çalışmaya katkıda bulunmayı sağlamayı önerin. Bu, liderlik vasıflarınızı göstermek için de size büyük bir fırsat sağlayacaktır.

İŞ TANIMLARI VE ROLLER NETLEŞTİRİLMİYOR

Kimin ne iş yapacağı belli değil. Sürekli bir kaos hakim. Bu durum, çalışılan yerin yeterince kurumsal ve profesyonel olmamasından kaynaklanıyor.

Bir önceki başlık altında belirttiğim nedenlerin yanı sıra, "İş tanımları net olmasın ki, istediğimiz zaman, istediğimiz kişiye istediğimiz işi yaptıralım, itiraz edemesin." düşüncesi bu durumun temelini oluşturuyor.

NE YAPMALI?

İş yerinde büyük bir stres kaynağı elbette. İş görüşmelerinizden itibaren bu konuda tüm soru işaretlerinizi giderip imzanızı atın derim.

ROL ÇATIŞMALARI YAŞANIYOR

Bir çok farklı sorumluluk altında olan çalışanların sıklıkla karşılaştığı bir problem.

Sorumlulukların türüne göre, bağlı olunan kişiler değişiyor. Tabi size bağlı olanlar da.

Bir iş için bir taraf A isterken, diğer taraf B isteyebiliyor. Bu istekler birbirinden tamamen zıt olabiliyor. Her iki tarafın da isteklerini gerçekleştirmek zorunda olan çalışan, rol çatışması yaşıyor. Motivasyonu düşüyor, öz güvenini yitiriyor, işten keyif almamaya başlıyor.

NE YAPMALI?

Dikkat edilmesi gereken ilk nokta, bu iki talepte bulunanların birbirleri arasındaki ego savaşı. Arada kalmak oldukça yıpratıcı tabi...

Dik duruşunuzu asla kaybetmeyin. Bütün istenenleri not alın, ortak noktalarını belirleyin ve buraları işinizde kaleniz haline getirin. İşinizin en sağlam noktası, hemfikir oldukları noktalar olsun. Bu süreçte diğer fikirleri yan yana getirin. Orta nokta bulmaya çalışın ve isteklerini içine yerleştirin. Eğer bu mümkün olmuyorsa ve biraz zamanınız varsa, iki farklı fikir için, aynı temelde, iki farklı çalışma yapın ve ikisini de ortak bir toplantıda sunun. Seçimi onlara bırakın. Bırakın siz yıpranacağınıza, taraflar son noktayı koysun.


25 Kasım 2012 Pazar

FİZİKSEL ÇEVRENİN STRESE ETKİSİ

Gününüzün büyük bir parçasını geçirdiğiniz çalışma ortamınız oldukça önemli.

Yetersiz ofis araç gereçleri, kışın ısınmayan ya da tasarruf adı altında hiç ısıtılmayan buz gibi ofisler, tüm işiniz telefon üzerine kuruluyken, size verilen bozuk telefonlar, kendinize ait bir çalışma alanınızın olmayışı, gürültülü ve hareketli bir ortam...

Bu kadar bile süreklilik gösterdiğinde sizi mutsuz etmeye yetiyor.

Ne Yapmalı?

Bu durumu düzeltmek için hem sizin yapabileceğiniz, hem de yönetme ileterek çözebileceğiniz bazı noktalar var:

* Masanızı, dolabınızı temiz ve düzenli tutun. Üst üste yığılmış dosyalar, aralara sıkışıp kaybolmuş notlar hem sizi boğar, hem de işin kalitesini düşürür.
* Belki çok klişe ama, ufak bir çiçek alıp masanızın köşesine koyun. İnanın en bunaldığınız anlarda insana moral veriyor :) 
* Açık ofiste çalışıyorsanız ve yönetim tarafından belirlenmiş kurallarınız yoksa, ortak yaşam alanlarınız için çalışma arkadaşlarınızla birlikte minik kurallar belirleyin. Eğer varsa, bunları işler hale getirin. Ufak notlar hazırlayın mesela. Ofisinizin kapısında, masalarınızda, ortak kullandığınız dolaplarda, tuvalet kapılarında... Çalıştığınız insanları sürekli uyaramazsınız. Bu hem bıktırıcı olacaktır, hem de ilişkilerinizi zedeleyebilir. Sizi sürekli uyarsalar ne hissederdiniz? Bu nedenle minik, esprili hatırlatma notları işe yarayacaktır. Ofisinizin temizliğinden sorumlu biri yoksa, bir görevli alınana kadar bunu kendi içinizde çözün. Örneğin herkesin belirlenen ortak bir günde masasını silmesi bile, hem ekip içinde bir paylaşım yaratacak, hem de çalıştığınız ortamı güzelleştirecektir.

Bunlar sizin kontrolünüzde olan şeyler elbette. Bir de çözümü sizin dışınızda olacak sorunlar var. Bunlar için de mutlaka yapabileceğiniz şeyler var:

* Ofisiniz soğuksa, telefonlarınız bozuksa, ilgili teknik birimlerden destek isteyin. Yine olmuyorsa, durumu ve beklentilerinizi yönetime yazılı olarak bildirin ve sürecin takipçisi olun. Burada dikkat etmeniz gereken şey, sadece sorunu yazmamak. Sorunu açıkladıktan sonra, çözüme ilişkin fikir ve önerilerinizi, bu anlamda yönetimden beklediğiniz desteğin ne olduğunu da açık ve net bir biçimde yazarsanız, şikayetçi değil, çözüm odaklı bir çalışan olarak algılanırsınız:)




STRES BOĞAZINI SIKIYORSA YAKANI GEVŞETECEKSİN


Bir türlü geçmeyen baş ağrıları, tahammülsüzlük, agresiflik, aşırı duygusallık, tükenmişlik hissi... Bütün bunlar size de tanıdık geliyorsa, sanırım siz de iş yerinizde sürekli stres altındasınız. Ayaklarınız geri geri gidiyor, her gece ertesi sabah işe gidecek olmanın verdiği stresle uyuyorsunuz. Kendinize "Ben bunca zaman bunun için mi okudum?, Bunun için mi çalıştım?, Ben bu kadar değersiz miyim?" sorularını sorup duruyorsunuz.

Kötü çalışma ortamı, aşırı iş yükü, terfi alamama, düşük maaşlar, anlayışsız yöneticiler, dedikoducu iş arkadaşları, fiziksel ve/veya psikolojik şiddet (mobbing)... Böyle uzayıp giden bu sorunların, imkansız gibi görünse de bir çözümü var :)

Ama önce ne gibi sorunların yaşandığına detaylı olarak bir göz atalım. Ardından tüm bu sorunların yarattığı ve bir çok yeni sıkıntının da peşinden geldiği "stres"ten söz edelim. İş yerinde yaşanan stresin kaynağı, çözüm yolları nelerdir, geniş açıdan bakalım.

Her şeyden önce, iş yerinde kendinizi mutlu hissetmeniz çok önemli. Çünkü bir "iç müşteri" olarak sizin mutsuzluğunuz, işteki verimliliğinize yansıyor. Üretkenliğinizi düşürüyor. Eğer bir ekip çalışması yapıyorsanız, sizin bu durumunuz, beraberinizde çalışan arkadaşlarınızı da olumsuz etkiliyor. Tüm ekibin motivasyonu düşüyor, hatalar artıyor, gerginlik artıyor, iş süresi uzuyor... Yani olumsuzluklar yeni olumsuzlukları getiriyor.

Peki bizi neler mutsuz ediyor? Üstesinden gelmek için ne yapabiliriz?

1. Fiziksel çevre (Çalışma ortamı) ile ilgili problemler
2. Yapılan işin içeriği, iş yükü ile ilgili problemler
3. Kişisel problemler

Her birini bir sonraki yazımda ayrı bir başlık altında inceleyeceğim.

Siz de bu süreçte, kendi deneyimlerinizi, yaşadığınız sorunları, sorularınızı ve varsa bulduğunuz çözüm yollarınızı paylaşabilirsiniz :)

Sevgiler...

19 Kasım 2012 Pazartesi

İŞ ARARKEN...İŞ GÖRÜŞMESİ YAPARKEN...

Söz verdiğim gibi, iş arama süreci ve iş görüşmeleriyle ilgili yazımı sizinle paylaşıyorum. Biraz uzun, bu sebeple başlıklara bölerek aktaracağım.

Kim olduğunuzu ve ne istediğinizi kendinize söyledikten sonra, aşağıdaki adımları atmaya hazırsınız demektir:

1. İyi bir öz geçmiş hazırlayın.
2. Kendinize ve isteklerinize uygun iş ve iş yerlerini belirleyin.
3. İş veren / iş arayan sitelerine üye olun.
4. Bu sitelerdeki üyeliklerin yanı sıra belirlediğiniz şirketlere, bir niyet mektubuyla beraber öz geçmişinizi gönderin.

Bütün bunları doğru yaptıktan sonra büyük olasılıkla görüşme için davet edilirsiniz :) Ama önce yukarıdaki adımlara detaylı olarak değinelim:

1. İYİ BİR ÖZ GEÇMİŞ HAZIRLAYIN
Adım adım öz geçmiş hazırlamaktan söz etmeyeceğim. Örnek CV şablonlarına bir çok yerden kolayca erişebiliyoruz.
Ben sadece, öz geçmişte dikkat edilecek ufak noktalara değineceğim:


  • Öz Geçmişinizi Kısa Tutun
Sanılanın aksine, her şeyi uzun uzun yazdığımız CVler, öz geçmişimizin ne kadar dolu olduğu imajını yaratıp işvereni etkilemek yerine, amatör ve boğucu gelmekte. İnceleyen şahıs sıkılmakta ve ister istemez iyi özellikleriniz arada kaybolmakta.
Zaten adı üstünde; öz geçmiş :) Kısa ve öz tutun. Bırakın detayları merak edip görüşmeye çağırsınlar :)

  • Yanlış Bilgi Yazmayın
Sahip olmadığınız özellikleri yazmayın. Başlangıç düzeyindeki yabancı dilinizi iyi düzeyde göstermeyin örneğin. Elbet ortaya çıkar :)
  • Hobi Bölümü
Hobi bölümü gerçekten koleksiyon hobinizi merak ettiklerinden sorulmuyor. İşinizle alakası yoksa, fotoğraf çekme hobinizin, mülakatınızı yapacak kişinin ilgisini çekeceğini de pek sanmıyorum. Buradaki amaç şudur: "Biz takım arkadaşı arıyoruz. Ekip ruhuna sahip olmalı. Takım sporlarına ilgisi var mı acaba?" ya da tam tersi. Unutmadan; çok yönlü olup olmadığınız da değerlendirme unsuru tabi... Tüm yaşamı iş / okuldan mı ibaret? Ne kadar sosyal? Aynı anda kaç farklı şeyle ilgilenebiliyor? gibi gibi...
  • Referans Gösterdiğiniz Kişilerden Emin Olun
Referans gösterdiğiniz eski amirinizin hakkınızda nasıl görüş bildireceğinden ne ölçüde eminsiniz? İyice düşünmeden yazmayın derim.

2. KENDİNİZE VE İSTEKLERİNİZE UYGUN İŞ ALANLARINI VE İŞ YERLERİNİ BELİRLEYİN

Diyelim ki halkla ilişkiler alanında kariyer yapma kararı aldınız. Peki nasıl bir yerde? Bir holdingin halkla ilişkiler departmanında da Halkla İlişkiler elemanı ilanı var, marketlerin kampanyalı ürünler reyonunda da pekala halkla ilişkiler görevlisi sıfatıyla çalışabiliyorsunuz. Siz nasıl bi çalışma ortamı istersiniz, bunu netleştirin.

3. İŞVEREN / İŞ ARAYAN SİTELERİNE ÜYE OLUN

Buralarda yayınlanan iş ilanlarını takip edin.

4. İLANLARIN YANI SIRA ÇALIŞMAYI HEDEFLEDİĞİNİZ ŞİRKETLERE, BİR NİYET MEKTUBUYLA BERABER ÖZ GEÇMİŞİNİZİ GÖNDERİN

Birçok büyük firma, yeni çalışan ihtiyaçlarında ilan vermeden önce veritabanlarındaki öz geçmişleri değerlendiriyor ;)

VEEEEE GÖRÜŞME İÇİN BİR ŞİRKETTEN DAVET ALDINIZ! :)

Panik yapmıyoruz , aşağıdaki taktikleri uyguluyoruz :)

  • NE GİYİLİR?
İlk intiba önemlidir. Fazla abartmadan, işin ciddiyetine yakışır bir kıyafet seçimi, büyük avantaj sağlayacaktır.
Kendinizi işverenin yerine koyun. Özensiz bir görüntü çizen biriyle neden çalışmak isteyesiniz ki?

  • DERSİNİZE ÇALIŞIP GİDİN
Şirket hakkında ön araştırma yapın. Hakkındaki yorumları inceleyin. Nerede, ne zaman kurulmuş, kaç kişi çalışıyor, ne iş yapıyorlar, bilin.

  • HANGİ SORULARA HAZIRLIKLI OLUNUR?
Neden biz? Kariyer hedefiniz nedir? Bir önceki iş yerinizden ayrılma nedeniniz nedir? Neden böyle bir iş? Bize kendinizden bahsedin. gibi cevaplamanızı bekleyecekleri soruların karşısında nasıl cevap vermeliyiz, inceleyelim.

Uzmanlara göre, bir çok mülakatçının ilk sorusu " Bize kendinizden bahseder misiniz?" oluyor. Bunun amacı beklenmeyen bir soru karşısında adayın nasıl tepki verdiği, böyle açık uçlu bir soruyu nasıl toparlayıp yanıtladığıymış. Bu soruyu cevaplarken, işin gerekliliklerini karşılayabilecek özelliklerinizi ve buna referans olabilecek eski çalışma ve projelerinizi konuşmanızın odağına almalısınız.

Bir de eski iş yerinizden ayrılma nedeniniz özellikle üstünde durulabilen bir soru. Bu noktada çokça çapraz soruyla karşılaşabiliyorsunuz. Eski işiniz ne kadar korkunç olursa olsun, bunu mümkün olduğunca paylaşmayın, ya da uygun bir lisanla, kimseyi suçlamadan ve kimseden şikayet etmeden anlatın. Karşınızdaki kişinin size tamamen inanacağından emin değiliz ne de olsa. Ayrıca şikayetçi tavrınız, siz ne kadar haklı bile olsanız, karşınızdaki kişide negatif bir algı yaratabilir. Eski iş yerinizin geleceğinizi olumsuz yönde etkilemesine izin vermeyin :) Bunun yerine, olumlu ifadelerle beklentilerinizi paylaşın. Örneğin "Eski iş yerimde akşam sürekli son dakika mesailerine kalıyordum." yerine, "Çalışma saatlerimin önceden belirlenmiş olması benim için önemli." gibi bir ifade sanırım daha risksiz olacaktır :)

Eğer siz hata yapmışsanız, açık yüreklilikle paylaşın derim. Şimdiki bakış açınızla durum hakkındaki düşüncenizi anlatın.

Başka biri gibi davranmayın, sonra üzülen yine siz olursunuz :)

  • DAKİK OLMA KONUSUNDA...
Zamanında görüşme yerinde olmak çok önemli. Bunu hepimiz biliriz. Uzmanlar, çoğumuzun doğru sandığı nir yanlış konusunda uyarıyor: Görüşmeye yarım saat önceden gitmek de doğru değil. 5, maksimum 15 dk öncesi uygundur ki, doldurmanız gereken formlar varsa bunlar için yeterli süredir.

  • KENDİNİZLE VE BEKLENTİLERİNİZLE İLGİLİ HANGİ BİLGİYİ HANGİ ÖLÇÜDE PAYLAŞACAĞINIZI BİLMELİSİNİZ
Unutmayalım ki, genel kanının aksine, iş görüşmeleri, yalnızca işverenin sizi değerlendireceği yerler değildir. Aynı zamanda işverenler de iş arayanların karşısında aday işveren konumundadır. Yani her ne kadar pratikte görülmese de, özünde böyle :)

İş görüşmelerindeki karşılıklı "tanıtım,reklam" ilişkisi, ilerde "Benim burada ne işim var?" sorusunu sormamanız için dikkat etmeniz gereken bir çok noktayı içinde barındırır. Aday kendini kabul ettirme çabasındayken, işveren de almak istediği adayı çekebilmek için bazen iş tanımını olduğundan hafif göstermekte, bazen ücreti düşük tutma amacıyla farklı yöntemler denemektedir. Bazı işverenler ise sizinle çalışmayı arzu etmekte, ancak koşulları sizin beklentilerinizle ters düştüğü için bazı "detay"ları saklamaktadırlar (fazla mesai, bayramlarda çalışmak, maaş artış düzeni vb.).

İşte bu gibi durumlara hazırlıklı olmalısınız ki, büyük hayallerle başladığınız işin 5. ayında "Benim burada ne işim var?" diye ağlamayın :)

Kendinizi tanıyıp, ne istediğinizi bildikten sonra, öz güveniniz ve dik duruşunuzla istediğiniz işi alırsınız. Tercih edilen değil, tercih eden olun...:)

BENİM BURADA NE İŞİM VAR ?!!

Ben kimim?
Ne istiyorum?

Dikkat!

3. sorunuz " Benim burada ne işim var? " olmasın!

Peki nasıl?

1. Bir klişeyle başlayalım: Kim olduğunuzu ve ne istediğinizi bilin. Ama gerçekten bilin. Demek istediğim, ne okuduğunuz, hangi bilgisayar programlarını kullanabildiğiniz ya da kaç dil bildiğiniz değil. Bunlar elbette önemli ama, asıl önemli olan, sizin "kim" olduğunuz.

Bir başkasından emir alabilir misiniz örneğin?
Sabırlı mısınız?
Fedakar mı?
Bencil mi?
Kuralcı mı, esnek mi?
Akılcı mısınız yoksa yönetilmeye muhtaç mı?
Yaratıcı mısınız mesela?
Yönetme arzusuyla yanıp tutuşuyor musunuz yoksa "Ben risk alamam, dikkat çekmeye gerek yok, grubun arasında iyiyim." mi diyorsunuz?

Hiçbiri diğerinden daha iyi ya da kötü değil.

Tüm yerleşmiş yanlış kanıların aksine, fedakarlık ya da sabırlı olmak, her zaman, her ortamda doğru bir şey değildir. Kendinizden eksiltme riskiniz vardır mesela. Ya da esneklik, akılcılık kötü değildir. Yetersizliğinin farkındaki yönetimler, esnek düşünebilen akılcı çalışanlardan hoşlanmayabilirler. Bu tamamen kendi eksiklerinin farkında oluşlarından kaynaklanabilir. Oysa bugün dünyaca ünlü şirketlerin özellikle böyle çalışanlar aradığını biliyoruz :)

Bu yüzden, tüm yerleşmiş yanlış algılardan sıyrılın ve kim olduğunuzu, nelerden hoşlanıp, nelerden rahatsızlık duyduğunuzu ortaya koyun.

2. Artık kim olduğunuzun bilincindesiniz. Dolayısıyla ne istediğinizin de...

Şimdi, kendinize "Benim burada ne işim var?!" dememek için yapmanız gereken, doğru iş başvuruları, iş görüşmelerinde dikkat edebileceğiniz noktalar.

İş görüşmeleri başlı başına bir konu olduğu için bunu bir sonraki yazımda detaylı olarak paylaşacağım.

Kendinizi keşfetmeniz dileğiyle...

MERHABA!

Herkese Merhaba,

Uzun zamandan beri yapmak istediğim fakat bir türlü başlayamadığım blogumun ilk adımlarını nihayet bugün atıyorum :)
Peki neden böyle bir blog açtık, burada hangi konulara değinilecek, kısaca söz etmek isterim:

Birçoğumuz, zorlu bir öğrenim hayatından sonra iş yaşamına atılıyor. Üniversite yıllarında kurulan o toz pembe hayallerin, iş dünyası dergilerinde, televizyonlarda gördüğümüz o gösterişli iş merkezlerinin, ferah ofislerin, birbiriyle saygı çerçevesinde iletişim kuran insanların çalıştığı profesyonel iş ortamının öyle her yerde olmadığını, hatta bunu yakalamanın ne kadar zor olduğunu anlamak birçok kişi için fazla uzun sürmüyor.

Ağır çalışma şartları, ayak kaydırma girişimleri, yapılan işten bihaber iş arkadaşları, yetersiz amirler, "evde cam siliyordum olduğum gibi işe geldim" kıvamında özensiz çalışanlar, mobbing, kurnazlıklar vs vs...

Diyeceğim o ki, iş hayatına dair büyük hayalleri ve idealleri olan biri için tam anlamıyla bir kabus...

"Bu süreç nasıl dayanılır bir hale getirilir ve eksiler artılara nasıl dönüştürülür?" sorularının cevabı için, bu sorunlara ilişkin çok sayıda kaynak okudum, uzmanları dinledim. Bazı durumların ustalıkla yönetilebileceğini, bazı durumlarda ise hiç dokunmadan uzaklaşmak gerektiğini öğrendim. "Oldu bu iş" diyebilmeyi ve bunun bünyede yarattığı inanılmaz rahatlığı da elbette :)

Uzun zamandır bu konularla yakından ilgilenen biri olarak, öğrendiklerimi, deneme yanılma yoluyla bulduğum çözüm yollarını, aynı sıkıntıları yaşayan ya da iş hayatına yeni başlayacak arkadaşlarla paylaşmak istedim.

Soru, eleştiri ve önerileriniz için bu sayfada yazabileceğiniz yorumların yanı sıra, oldubuisblog@gmail.com adresimizden de iletişime geçebiliriz.